Bizim memleketliler hikaye dinlemeyi çok sever. Yıllardır dinleeer dururlar.
Ben de bir hikaye anlatayım. Ama peşin peşin uyarayım sakın gerçek sanıp üzerime gelmeyin. Adı üstünde hikayedir.
Evvel zaman içinde memleketin birine kayyum atanır. Getiren sevinir, giden ise üzülür.
Yeni gelen kayyum dertli dertli memleketin yolunu tutar.
Üzerinde ağır yük vardır. Düşünür durur.
Sorumluluk fazladır, sorunlar bitmek bilmez.
Neyse gelir oturur koltuğuna.
Önce bi’ ısınma turları atar.
Tam o anda etrafını şakşakçılar sarar. Ne söylese alkış tutarlar.
Bunlar öyle bir konuşur ki kayyum derin bir oh çeker. Meğer korkacak bir şey yokmuş. Her şey güllük gülistanlıkmış.
Duruma sevinen kayyum koltuğu iyice ısıtmaya, dört duvarda oturup memleket yönetmeye başlar. Etrafındakiler öyle bir hava estirir ki eksikleri konuşanları yanına bile sokmazlar. Aman büyü bozulmasın, memlekette eksik yok diyip dururlar.
O sırada şehirde dönmeyen dolap kalmaz. Susuzluk, yollar, toz, duman, çamur, ihale… Ne ararsan vardır. Halk kayyuma durumu anlatmak ister ama nafile. Öyle bir hale gelmiştir ki kayyumu plansız odasından bile çıkarmazlar. Çıkaracağı zaman bile etrafı kolaçan edip alkışçıları toplayıp öyle çıkarırlar.
Arıza çıkaran müdürü değiştirir, sesini çıkaranı tehdit ederler!
Gel zaman git zaman sesleri bastıramayan yandaşlar çareyi özel kaleme yardımcı aramakta bulurlar. Yardımcının da yardımcısı derken vatandaş derdini anlatmak için bile kırk kapıdan geçerek ancak özel kaleme kadar ulaşabilir.
Özel kalem ise sadece işadamlarını, siyasileri ve müteahhitleri sever. Onlardan başkasını gözü görmek istemez. Bunlar dışındakilerle uğraşmak istemediği için de zavallı halkı oradan oraya koşturur dururlar.
Özel kalem dediğime bakmayın özel olarak seçilip yerleştirilmiş gibidir. Size şöyle örnek vereyim;
Hani dolmuşa bindiğiniz zaman, o kadar boş yer varken gidip şoförün yanına oturan tipler vardır ya…
Daha on metre gitmeden başlar şoföre yalakalık yapmaya,
“abi sizin işiniz de zor valla.”
Devam eder.
“Zor bir meslek Allah size kolaylık versin.”
Şoför yavaş yavaş gaza gelmeye başlar.
Vitesi birden ikiye serçe parmağıyla atar, gözlüğü takıp müziğin sesini açar. Arabaları sollamaya çalışır.
Konuşan herifi haklı bulur, aynaya bakar ve dünyanın en iyi şoförü kendisi sanır.
Onca artistliğin sonu kaçınılmazdır tabi.
Dolmuş kaza yapar.
En önce yalaka iner.
Kaza için toplanan kalabalığa “böyle olacağı belliydi. Deli gibi gidiyordu. Bu kendini ne sanıyor, o kadar da uyarmıştık.” der.
Az ilerdeki dolmuşa binip yoluna devam eder.
Olan şoföre ve arkadaki vatandaşa olmuştur.
Velhasıl şoförü, kayyumu gelir geçer de şu yalakalar hiç bitmez. Kim gelirse “padişahım çok yaşa” diye diye altını oyup yönetimi ele alırlar. Bizimkiler de atandık diye sevinirken kayyuma da kayyum atanmıştır haberleri olmaz.
Not: Hikaye evvel zaman içinde yaşanmıştır. Rahmetli dedem bize anlatırdı. Oda dedelerinden öğrenmiş olsa gerek. Neyse ki günümüzde böyle şeyler yok da bizde nesilden nesile eski hikayeleri anlatmaya devam ediyoruz.
Yeni hikayelerde görüşmek üzere…
Adam diye yazılır Yusuf Eren diye okunur.
Bu gerçek güzel hikaye için teşekkür ederim kardeşim benim