Merhabalar kıymetli okuyucular, bu haftaki yazıma başlamadan önce, her hafta Cuma günü, siz değerli okuyucularla neler buluşturacağımı belirtmek isterim.
Özetle, ifade etmek gerekirse, bu köşede iç politik gelişmeler, uluslararası ilişkiler, sosyolojik tahliller ve konularla birlikte, zaman zaman, çok kıymetli gördüğüm ve sizlere katkı sağlayacağına inandığım kitapların değerlendirmelerini sunacağım. Ben yetkinliğimi sizlere en iyi yazılar ulaştırabilme gayretimle geliştirecekken, sizlerin de yazılardan edineceklerinizi, engin birikimlerinizle harmanlayarak geliştirebilmeniz dileğiyle ve sizlere en güzel kazanımları vermesi temennisiyle yazıma geçiyorum.
27 Haziranda Paris banliyösü, Nanterrede Fransız polisinin, dur ihtarına uymayan bir araca “tek el ateş etmesi” sonucunda, 17 yaşındaki “Cezayir kökenli ” Nahel M. İsimli bir genç “kolundan ve göğsünden vurularak” hayatını kaybetmişti. Nahel M.’nin polis şiddetiyle ölmüş olması gerekçesiyle başlayan protestolar Fransa sokaklarında özellikle akşam saatlerinde olmak üzere günlerdir devam etmektedir. Bir hukuk fakültesi birikimi de olan biri olarak, olayın şu boyutunu sizlere sunmak isterim. Olayın yaşanma şekli ve eylemin gerçekleştiği atmosfer bizlere şu sonucu vermektedir. Polislerin ateş etme eylemi ile Nahel M.’nin yaşamını yitirmesi arasındaki illiyet bağı (nedenselligi) günlerdir devam eden ve birçok şiddet gösterisine sahne olan olayların başlaması ve devam etmesi için yeterli değildir. Nitekim, tek el ateş edilen ve içerisinde 3 kişinin bulunduğu bir araca ateş etme eylemi ile, kasıtlı olarak ve doğrudan Cezayir kökenli bir genci öldürmek istemek arasında ciddi bir fark olduğunu düşünüyorum.
Elbette 17 yaşındaki bir gencin yaşamını yitirmesi, telafisi mümkün olmayan bir olaydır ve hiçbir kültürde veya toplumda istenen ya da mazur görülebilecek bir durum değildir.
Fakat bu olay Fransa’da neden bu kadar büyük bir protestoya ve şiddet eylemlerine yol açtı? Burada iki hususu ifade etmek isterim.
Birincisi, gerek Fransa özelinde gerekse de Avrupa genelinde “aşırı sağ “siyasal ideolojisinin yükselişte olduğunu görmekteyiz. Bunun en somut kanıtı,2019 yılında yapılan Avrupa Birliği parlamentosu seçimlerinde aşırı sağ siyasal ideolojisine sahip partilerin kazanmış olduğu vekil sayısıdır, nitekim bu seçimlerde 171 vekil kazanmışlardır. Bu sayı 2014 seçimlerinde ise yalnızca 92 idi. Peki aşırı sağın yükselişinin olayımızla ne ilgisi olduğu kanaatindeyim?
Aşırı sağ siyasal ideolojisini, göçmen karşıtlığı ve aşırı bir milliyetçilikle tanımlayabiliriz. Bu bağlamda Fransa ve Avrupa genelinde göçmen karşıtlığının yükselişi, Avrupa’daki göçmenlerde, duygusal ve toplumsal olaylara karşı aşırı bir hassasiyet geliştirmiş ve aynı zamanda bu tür protestoların çok daha kolay tetiklenebilirliğini artırmıştır. Nitekim Fransa sokaklarındaki protestocuların çoğunluğu göçmenlerden oluşmaktadır.
Fransa’da 7 Mayıs 2017’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, ikinci turunda seçimi kazanarak Fransa Cumhurbaşkanı olan Emmanuel Macron’un kendisini, Fransız tarihindeki ünlü imparator, Napolyon Bonapart’a benzeterek, Avrupa’da güçlü, muktedir bir Fransa hayalini kurması ve bu durumun ABD ve İngiltere’nin hoşuna gitmemesidir. Macron, modern çağın Napolyon’u olma hayaliyle, ABD’ye bağımlı olmayan egemen bir Avrupa Birliği ordusu kurma düşüncesini taşımış ve bunu 2018 yılında açıkça beyan etmiştir. İşte bu durum sonrasında, yani Macron’un bağımsız bir AB ordusu kurma ve modern çağın Napolyon’u olma hevesi sonunda, Fransa’da işler ters gitmeye başladı. Macron’un bu tutumlarına ilk cevap,2018 yılının kasım ayında başlayan ‘sarı yelekliler protesto hareketi oldu. Bu protesto hareketi başlangıçta akaryakıt zamlarına ve ekonomik koşullara tepki maksadıyla ortaya çıkmış olsa da dört yılı aşkın bir süre devam etmiştir. Yani Fransa sokakları bugünküne benzer şekilde karışmış ve şiddet eylemleri Fransız devletini sarsmıştır.
Özetle, bugün Fransa’da yaşanan, şiddet eylemlerini de içeren protestolar Macron’un gelişiyle birlikte Fransa sokaklarından neredeyse hiç eksik olmadı ve Macron’un Napolyonvari tutumları ve hevesleri devam ettikçe de çeşitli vesilelerle sokaklar hareketli kalmaya devam edecektir. Nitekim ADB ve İngiltere eksenli bir dünya düzeni bunu gerektirmektedir!