Bu Öfke Neden?

Bu Öfke Neden?

Uzman Sosyolog Celile Esra Ası Güneş, artan şiddet olaylarıyla ilgili “Son yıllarda şiddet olaylarının arttığını izliyoruz. İnsanlar adeta pimi çekilmiş, patlamaya hazır gibi.” dedi.

Son yıllarda şiddet olaylarında ciddi bir artış yaşanıyor. En çok şiddete maruz kadınlar, LGBTİ bireyler, doğa ve hayvanlar. Yaşanan şiddet olaylarının nedenlerini Ne Haber yazarı Uzman Sosyolog Celile Esra Ası Güneş’e sorduk.

Şiddet olaylarında birden fazla etmenin etkili olduğunu söyleyen Uzman Sosyolog Celile Esra Ası Güneş, şunları söyledi:

“Şiddet, çok komplike bir kavram olup, kendi içerisinde birçok faktörü barındıran ve çeşitlilik sergileyen bir unsurdur. Doğaya, hayvana, insana ki insan içerisinde de kadına, çocuğa, LGBTİ bireylerine ve eşyaya dahi uygulan bir şiddet durumu söz konusudur. Şöyle ki; Umut Vakfı, ülkemizde 2022 yılında 3 bin 984 silahlı şiddet olayının yaşandığını açıkladı. Yine Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun verilerine göre 2022 yılında 334 kadın öldürüldü ve 245 kadın ise şüpheli olarak ölü bulundu. Dolayısıyla bu soruya cevap olarak Türkiye toplumu için şiddet toplumu olarak bir tanımlama yapmak ne yazık ki çok da yanlış bir değerlendirme olmayacaktır. Elbette durum tespitini yaptıktan sonra bu şiddetin sebeplerini ve çözümü de konuşmak gerekir. Dolayısıyla şiddet neden bu kadar arttı diye sorduğumuz vakit tek bir etmenden değil birden fazla etmeni ele almak gerekir. Bunlara ilk olarak da şiddetin artık meşrulaştırılmasını gösterebiliriz. Bunun yanında insanlardaki bireysellik, tahammül eşiğinin düşmesi, sevgisizlik, psikolojik, sosyolojik sebepler, madde kullanımının yaygınlaşması ve meşruluk kazanması, medya dili, hukuki boşluklar, küresel hastalıklar, küresel göç, ekonomik çöküş, işsizlik ve toplumsal kodlar gibi birçok etmenden bahsedebiliriz.”

Güneş, artan şiddet olaylarıyla ilgili şu sorulara yanıt verdi:

Kadına şiddetin nedenleri?

“Dezavantajlı gruplardan olan kadına, çocuğa ve lgbti bireylerine yönelik şiddet çok fazla ve her geçen gün artarak devam ettiğini görmekteyiz. Bu durum önemli bir sorun olmanın yanında ciddi bir yaşam ve hak ihlalidir.

Bizim toplumumuzda kadına bakış açısı 4G biçimindedir. Yani kadın; geridir, gebedir, güçsüzdür ve güvencesizdir. Dolayısıyla kadın; gelinlikle çıktığın bu eve ancak kefenle girersin, çocuk olunca her şey düzelir ve şerefimizle oynama gibi kök aile baskısı ile sessiz kalmaya mahkûm edilir. Ailenin bu geleneksel bakış açısı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin örüntüsüdür. Nitekim kültürel ve dini kodların hüküm sürdüğü toplumsal cinsiyet kalıpları, sosyal ve kültürel yapıdaki zayıflık, psikolojik ve davranış bozuklukları, madde-kumar bağımlılığı, yasaların uygulamadaki yetersizliği, ülkemizin ekonomisi, yoksulluk, işsizlik ve kadının ekonomik güvencesizliği şiddetin başlıca sebepleri olarak karşımızda durur.

Geleneksel toplumlarda kadının konumunu toplumsal cinsiyet belirlemektedir. Çünkü toplum, kadına ve erkeğe birtakım roller biçer. Bu roller doğrultusunda kadın ve erkekten belirli davranış beklentileri içerisine girilebilir. Bu kültürel normlar, bazı erkeklerin, kadın üzerindeki hükmüne de gerekçe oluşturabilir. Şöyle ki; her kadının en iyi eş ve en iyi anne olması gerektiği baskısı ve erkeğin istediği kadın biçiminin dayatıldığı görülebilmektedir. Nitekim bazı kadınlar da kendilerini topluma ve aileye kabul ettirmek uğruna dur durak bilmeden kendilerini “süper güç” durumuna sokabilmektedir. Bunun yanında “el alem terör örgütü” denilen bir örgüt var ki toplumun içine dinamiti koyan, zaten bu örgüttür. Her şeyi yönlendiren, bu mahalle baskısının kadın üzerindeki etkisi ve kadını sindirmesi, kadının eğitim olanağından mahrum olması ya da kısıtlı ulaşabilmesi, sekter ve baskıcı bir dilin kitle iletişim araçlarından tutun da üst yapı denilen yönetim kademelerinde yaygın olması ne yazık ki bu gruplara yönelik şiddeti haklı kılıyor. Hocam eğitimli kadınlarımız da şiddet görüyor, bu nasıl oluyor o halde diye sormak isterseniz? Ona da cevabım, toplumsal kodlar olur. Eğitimli ve ayakları üzerinde duran kadınların durumu daha da zor olabiliyor. Çünkü mevcut konumlarından dolayı utanma duygusu, yaşadıkları şiddeti gizlemelerine sebep olabiliyor.

Şunu ifade etmekte yarar görüyorum. Hakaretin ve şiddetin gerekçesi, bir defası ve ölçüsü olamaz. Çünkü şiddet bir sarmaldır ve ardı mutlaka gelmektedir. Bu sorunun, çözüme kavuşması ya da kısmen iyileşme sağlanması için kadınlarımızın emeğini ve bedenini sömüren toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kalkması gerekir. Kadınların yükünün azalması, anlayışın ve sorumluluk bilincinin hâkim olduğu evlilik ilişkilerini yaratmak gerekir. Bu ise ancak toplumsal cinsiyet rol ve tutumlarının, değişmesiyle mümkündür. Bu algının ortadan kalkması ile sağlıklı ve mutlu ilişkiler yaşanabilir. Bu doğrultuda Aile ve Sosyal İşler Bakanlığının resmi kanallar aracılığıyla bütün ailelere yönelik farkındalık çalışmalarını artırması gerekir. Toplumsal cinsiyet, kadın ve çocuk merkezli seminerler, sosyal medya çalışmaları, saha çalışmaları ve görsel ve işitsel tüm imkânlar seferber edilmelidir. Ruh sağlığına yönelik bir çalışma koordinasyonu kurulmalı ve bu koordinasyon tıpkı aile hekimliği sistemi gibi çalışmalıdır. Bu ekiplerin çalışmaları her mahallede, her sokakta, evlerde ve özellikle kahvehane gibi erkelerin zaman harcadığı mekânlarda yoğunlaşmalıdır. Bunun yanında yasaların uygulamada tam ve âmâsız uygulanması gerekir. 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun tam anlamıyla görevini yerine getirmesi gereklidir. Yine ülkemizin ilk olarak imzaladığı ve adını da bu yüzden İstanbul ilimizden alan İstanbul Sözleşmesinin tekrardan yürürlüğe girmesi ve manipüle edilmemesi gerekmektedir.”

Şiddet olaylarında ekonomik durumun yeri nedir?

“Trafikte, kafelerde ve aile içinde dahi inanılmaz bir gerginlik söz konusudur. Bu olayları sadece ekonomi ile izah etmek mümkün mü? Değil ise neden?

Elbette sadece ekonomik koşullar, şiddetin gerekçesi olarak gösterilemez. Ama son süreçte kötü yönetilen ekonominin çok daha kötüye evirilmesi, artan şiddetin çok önemli gerekçelerinden biridir. Daha önce şiddetin gerekçelerinde ifade ettiğim gibi toplumsal sorunların yığınla olmasının üzerine bir de ekonomik sorunlar eklenince şiddetin artması ve sertleşmesi kaçınılmaz oluyor ne yazık ki. Çünkü sağlıklı bireyler dolayısıyla sağlıklı toplum ortadan kalkmış oluyor. Bu sebeple sorun salt patolojik değil işsizlik, güvencesizlik, açlık ve yaşam kalitesinin düşmesidir.”

Toplumsal bir intihar yaşanıyor? Çözüm nedir?

“İntihar kavramını bilimsel olarak ilk kez Fransız Sosyolog Emile Durkheim ele almıştır. Durkheim, intiharın gerekçeleri arasında intiharın, toplumsal bir sonuç olduğu üzerinde durduğunu ve intiharı toplumsal bir olgu olarak tanımladığı görülür. Dolayısıyla buradan da anlaşıldığı üzere psikolojik etmenlerin önemi kadar toplumsal etmenler de çok önemlidir.

Toplumsal intihar yaşanıyor kavramı, sosyolojik olarak korkutuyor belki ama bu durum bizleri aslında korkutmalıdır da. Bu durum bir yerlerde hatta birçok alanda eksiklik ve boşluk kapanamayacak boyutlara ulaştığını gösterir. Nitekim son dönemde akademik eğitimlerini tamamlamış ve toplum içerisinde var olan kişilerin dahi art arda intihar haberlerini şahit oluyoruz. Bu durum bize neyi gösteriyor peki? Bireylerin sürdürdükleri yaşam standartlarından memnun olmadığını, mutsuz olduklarını ve bu durumla baş edemediklerini göstermektedir. Çünkü beklentiler ve olması gerekenler ile asıl karşılaşılan gerçekliğin yarattığı hayal kırıklığı kişileri hüsrana uğratmaktadır. Artan bu ölümler ve cinayetler, Durheim’in temellendirdiği gibi sosyolojik ölümlerdir ve sonuçtur. Öteki sorunu ve öteki dili toplumumuzda hâkim durumdadır. Kadına, çocuğa, lgbti bireylere ve mültecilere yönelik şiddet ve doğanın talan edilmesi söz konusudur. Bu sebeple intihar olaylarını, kitle iletişim araçları dile getirirken kullanılan dile çok dikkat etmeleri gerekir. Şiddeti haklı kılan, meşru gösteren ve özendiren bir yaklaşımdan kesinlikle uzak durulması gerekir.”

Exit mobile version