“Bu yakından geçen Koçero idi
Gammazı bırakmaz öldürür idi
Epey zamandır pusuda idi
Duyun arkadaşlar Koçero geldi”
Bu satırlar yaklaşık 60 yıl önce tüm Türkiye’de yarı efsanevi bir karaktere bürünen “Koçero” üzerine söylenen onlarca hamasi şiir ve türküden sadece bir örnek… Aynı şekilde o dönemin basını ünü bütün ülkeyi saran Koçero için Siirt havalisindeki (bu dönemlerde Siirt, Şırnak ve Batman’ı kapsayan büyük bir vilayettir) köylünün “Dünyadan namus kaybolsa Koçero bulup çıkarır. O mazlumun babası, zalimin düşmanıdır.” dediğini ayrıca bir memurun rüşvet almaya yeltendiğinde köylünün “Ah Koçero, Vah Koçero” gibi sözlerle onu anmaya başladıklarını da kaydetmiştir. (5 Ağustos 1962, Akis Dergisi)
Peki ama kimdir bu Koçero? Koçero en kısa ifadeyle, bir eşkıyadır. Ancak halkın çoğunun gözünde, “yol kesen, soygun yapan, adam öldüren” tarzda bir eşkıya değil tam tersi “onurlu, fakir fukara dostu, makbul” türde bir eşkıyadır…
Koçero namıyla bilinen bu eşkıyanın asıl adı Mehmedi İhsan Kilit’tir. Koçero lakabı ise mensup olduğu Koçer (Göçer) toplumundan gelmektedir. Koçero, başta Güneydoğu Anadolu olmak üzere çok çeşitli coğrafyalara yayılan Koçer Alikan aşiretinin Batman Beşiri koluna mensup bir ferttir. (-Ki uzun süre yakalanamamasının ve bilahare sığındığı Suriye-Irak coğrafyalarında rahat hareket edebilmesinin sebeplerinden birini de bağlı olduğu bu aşiret sağlamıştır.)
Koçero üzerine bir yığın sözlü ve yazılı kaynak mevcuttur. Ancak maalesef ki bu kaynak bolluğu ironik bir biçimde nesnel bir Koçero profili çizmeye imkan tanımamaktadır. Koçero Coşkun Aral’ın tabiriyle halkın bir bölümü için peygamberleştirilip adeta koruyucu bir melek gibi görülse de (2004 yılında basılan “Son Eşkıya Koçero” isimli kitabın tanıtım yazısı) diğer yandan dönemin gazetelerinin çoğunun gözünde, “Doğunun 1 numaralı Şakisi, Kaçakçı, Haydut” gibi birçok menfi unvana sahip azılı bir eşkıyadır.
Evvelen Selda Bağcan’ın okuduğu bilahare Ahmet Kaya ile bir düetin gerçekleştiği “Koçero” adlı şarkıda, bu durum genel olarak şöyle ifade edilmiştir: “Ona sorarsanız öyledir, buna sorarsanız böyledir, şuna sorarsanız ise şöyledir Koçero.” Yani tek bir Koçero bilgisi ve imajı söz konusu değildir. Bunlara binaen Koçero’nun nerede ve ne zaman doğduğundan ve neden eşkıya olduğuna kadar da tartışmalı daha birçok mevzu vardır. (Böyle olmakla beraber Koçero’nun neden dağa çıktığı hususu üzerine iddiaların çoğu, ailevi bir meseleden ötürü birini vurmasıyla ilişkilendirilmiştir.)
Koçero’nun dağa çıkıp eşkıya olması 1955 yılına rastlar. Bu dönemde Koçero’nun dağlarda karşılaştığı ve arkadaş olduğu ilk kişi Şerifo adlı bir başka eşkıyadır. (Anlatılanlara göre Şerifo, köylüyü dolandıran bir tefeciyi vurmuş ve böylece dağa çıkmak zorunda kalmıştır. Koçero lakabı da arkadaşı Şerifo’nun kendisine bu şekilde seslenmesiyle ortaya çıkmıştır.) Bu iki arkadaşın faaliyetleri kısa sürede tüm ülkede büyük bir yankı uyandırmış ve bundan sonra yapılan neredeyse her soygun ve öldürülen her adam, Koçero riyasetindeki gruba mal edilmiştir. (Öte yandan 17 Mart 1962 Milliyet Gazetesi’nin Koçero’nun yakınlarına dayandırdığı habere göre, Koçero’nun öldürdüğü insan sayısı öyle onlarca falan değil ancak bir-iki kişiden ibarettir. Öyle ki bunlardan biri, dostu olan Şerifo’yu öldüren Alo adlı eşkıyadır.)
Koçero dağlardaki yerini yıllar içinde sağlamlaştırırken, Ankara 27 Mayıs 1960 günü darbe haberiyle sarsılmıştır ve bu darbeyle birlikte doğuda büyük bir otorite boşluğu meydana gelmiştir. Bu otorite boşluğunu iyi değerlendiren Koçero, hem dağda kendisine yeni yoldaşlar edinmiş hem de faaliyetlerinin yoğunluğunu arttırmıştır. Özellikle 1961 sonlarından itibaren ara ara neredeyse her gün kendisi üzerine haberler yapılmaya başlanmıştır. Ancak yukarıda bahsedildiği üzere bu haberlerin çoğu genel olarak Koçero’yu suçlayıcı ve küçümseyici tarzda kaleme alınmıştır. Böyle olmakla beraber bölge halkı, Koçero aleyhine yapılan haberlere pek rağbet göstermemiş ve İstanbul’dan gelen muhabirlere Koçero’yu savunan övücü demeçler vermekten de geri durmamıştır. (Örneğin; 25 Temmuz 1962 Cumhuriyet Gazetesi’nin “Azılı Koçero Cahil Halk Gözünde Efsaneleşti” başlıklı haberi)
Halkın Koçero’yu sahiplenip arka çıkmasında farklı nedenlerin olduğu düşünülmektedir. Bu nedenlerin başında, Koçero’nun gittiği ve konakladığı yerlerde kimseye bir zarar vermemesi, ağırlandığı ve ihbar edilmediği için çevresine bonkör davranması ve yıllar geçmesine rağmen bir türlü yakalanmayıp günden güne bir efsaneye dönüşmesi gelmektedir.
Koçero’nun eşkıyalık hareketlerinde öne çıkan faaliyet kaçakçılık olmuştur. Ailesini Suriye’ye yerleştiren Koçero, Mardin üzerinden kaçakçılık yaparak Suriye-Irak coğrafyalarında ticarete girişmiştir. Bu durumun önüne geçmek ve başta Koçero olmak üzere tüm eşkıyaların Suriye’ye kaçmalarını önleyip sıkı bir kontrol oluşturmak adına Türkiye-Suriye hududu bir süreliğine kapatılmıştır. (26 Aralık 1961 Cumhuriyet Gazetesi) Bundan kısa süre sonra da askeri baskılar arttırılmış ve birkaç defa Koçero çembere alınıp sıkıştırılmıştır ama Koçero bu operasyonların tümünden bir şekilde kurtulmayı başarmıştır. (Örneğin; 30 Ağustos 1962 Cumhuriyet Gazetesi’nin “500 Jandarma Tarafından Sarılan Koçero Yine Kaçtı” başlıklı haberi)
O dönemlerde gazetecilik ve yazarlık yapan Cumhur Kılıççıoğlu’na göre, Koçero’nun askeri operasyonlardan kolaylıkla kaçıp kurtulabilmesinin en önemli sebebi, o dönemde bölgede görev yapmakta olan askerlerin eğitimsizliği ve acemiliğidir. Yine aynı şekilde Kılıççıoğlu’nun anlattıklarına göre o dönemde bölgedeki en büyük karakolda görev yapan en rütbeli asker bile ya onbaşı ya da çavuştur. Ayrıca Koçero’nun eşkıyalık dönemlerinde jandarma kıyafetleriyle dolaşması kendisine büyük bir hareket kabiliyeti sağlamıştır. Nitekim o dönemde şakiler için en kıymetli kıyafetin jandarma üniforması olduğu ve bu şekilde rahatça şehirlere inip konaklayabildikleri ve böylelikle jandarmalarla çatışmaktan kurtulabildikleri ifade edilmiştir.
Suriye’ye geçip ara ara orada kalan Koçero’nun Türkiye’ye teslimi için Suriye makamlarıyla irtibata geçilmiş ve Suriyeli yetkililerden Koçero’nun yakalanıp iade edileceği sözü alınmıştır. (T.C. Cumhuriyet Arşivi (BCA), “Mehmet oğlu Mehmedi İhsan Kilit adlı Koçaro’nun Suriye’den İadesinin Talebi” özetli belge) Diğer taraftan bu söz tam olarak yerine getirilmemiştir. Zira Türkiye basınında ilk önce, Koçero ve Koçero benzeri kişilerin yakalandığı üzerine haberler yapılmış ancak daha sonra bu kişilerin Koçero olmadıklarına yönelik trajikomik haberlerle Koçero’nun yakalandığı iddiası yalanlanmıştır. (1 Aralık 1962 Cumhuriyet Gazetesi’nin “Benzeri, Koçero Olmadığına Dair Resmi Bir Belge Aldı” başlıklı haberi)
Öte yandan Koçero, Suriye ve Irak üzerinden Türkiye’ye giriş çıkışını tekrar sağlayabilmiş ve faaliyetlerine devam etmiştir. Ancak artan baskı ve operasyonlar sonrasında gitgide sıkışarak teslim olması yönündeki teklifleri değerlendirmeye başlamıştır. Bu çerçevede bazı görüşmeler gerçekleşmiş ama kesin bir uzlaşıya varılamamıştır. Diğer taraftan Koçero’nun bir türlü yakalanıp teslim alınamaması meclis tartışmalarına dahi yansımıştır: 1963 yılında Adalet Partisi’nden Tahsin Demiray, “Koçero ile başa çıkamıyoruz, ne haldeyiz? Adam Suriye hududundan giriyor, Irak’a gidiyor.” gibi ifadelerle eleştirilerde bulunmuştur. Yine 1963 yılında büyük bazı askeri harekatlar gerçekleştirilmiş olsa da Koçero’nun yakalanması sağlanamamıştır. (26 Mayıs 1963 Hürriyet Gazetesi’nin “Doğu’da Eşkıya Avı Başlıyor” başlıklı haberi)
1963 yılıyla beraber Koçero’nun eşkıyalık faaliyetleri üzerine haberler azalmaya başlamıştır fakat Koçero adı Türkiye’de bir iç siyaset malzemesi haline dönüşmüştür. Örneğin, 17 Ekim 1963 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki bir köşe yazısında “Gelmiş geçmiş İçişleri Bakanları muvaffak olsalardı Koçero bulunacaktı…Fakat tersi oldu… Şimdi artık sade Koçero değil İçişleri Bakanı da bulunamıyor.” şeklinde sert ithamlar kendine yer bulmuştur.
1964 yılında ise Koçero için kaçınılmaz son artık gelmiştir. Üzerine farklı iddialar olsa da gazete haberlerine göre Koçero, 3 Temmuz 1964 günü saat 03.30 sıralarında Siirt ili Baykan ilçesinde bulunan TPAO’ya ait Çelikli petrol kampına yaptığı bir baskın sonrasında vurulup öldürülmüştür. Genel kanaate göre, Koçero petrol kampına geldiğinde petrol kamp amiriyle karşılaşmış ve aralarında sert bir boğuşma gerçekleşmiştir. Bu boğuşma esnasında Koçero, adamlarına ateş etmelerini söylemiş, Koçero’nun adamlarından Ali Sevim adlı eşkıya da kamp amirini vuracağına yanlışlıkla Koçero’yu vurup öldürmüştür ve Koçero böylece memleketi olan Batman Beşiri’nin Şihe (Dağyolu) köyüne bir daha ayrılmamak üzere geri dönmüş ve babasının mezarının yanına defnedilmiştir. (7 Temmuz 1964 Milliyet Gazetesi).
Diğer taraftan belli bir süre çoğu insan Koçero’nun gerçekten öldüğüne ihtimal vermemiştir. (Örneğin; 25 Aralık 1964 Milliyet Gazetesi’nin “Koçero’nun Öldüğüne Kimse İnanmıyor” başlıklı haberi) Nitekim aslında uzun yıllar Koçero efsanesi, çok çeşitli mahfillerde canlı kalmaya da devam etmiştir. 1964 yılında başrollerinde Yılmaz Güney ve Muhterem Nur’un oynadığı “Koçero” adlı filmle, 1976 yılında Hasan Hüseyin Korkmazgil tarafından yazılan “Koçero-Vatan Şiiri” adlı şiirle ve bu şiirin 1978 yılında Selda Bağcan tarafından bestelenmesiyle, 1994 yılında ise bu bestenin “Koçero” adlı albümde Selda Bağcan ve Ahmet Kaya tarafından tekrar okunmasıyla, 2004 yılında Mehmet Ali İzmir tarafından yazılan “Son Eşkıya Koçero” adlı kitapla, Koçero unutulmamayı başarmış ve zihinlerde tarihi bir efsane olarak hatırlanmayı sürdürmüştür….
(Ayrıca 1970 yılında filolojik araştırmalar yapmak üzere “Otto Jastrow” adlı Alman bir araştırmacı Siirt’e gelmiştir. Siirt ve çevresindeki yerlilerle irtibata geçerek kendilerinden çeşitli konularda ses kayıtları almıştır. Bu ses kayıtlarından biri, Siirt Arapçasıyla Koçero üzerine kaydedilmiştir. Bu ses kaydını video haline getirip, Türkçeye tercüme ederek ilgilerin alakasına aşağıda sunmaktayız.)