Mehmet Cihat Benek

ORTADOĞU ÜZERİNE SUBJEKTİF BİR DEĞERLENDİRME – 2

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Kıymetli okurlar; bu hafta, geçen hafta başlattığım Ortadoğu’daki tarihsel gelişmelerin subjektif yorumuna devam edeceğim. ABD’nin kurulması sonrasında bölgede yaşanan gelişmeler ve bölge devletlerinin “bağımsızlık” dönemlerini ele aldım.                                          

ABD’nin dünyadan soyutlanma politikasının kökeni bu bağımsızlık savaşı’nda Hollanda İspanya ve Fransa’nın kendisine çıkarları doğrultusunda yaptıkları iki yüzlü tutumlu yardımları neticesine dayanır. Fransa İngiltere’den 7 yıl savaşların acısını çıkartmak isterken İspanya ve Hollanda Amerika kıtasındaki kolonilerinin ABD tarzında bir bağımsızlık savaşına girmemeleri için ABD’ye sınırlı ve kontrollü bir destekte bulunmuşlardır. Avrupalı bu üç devletin tutumları ABD’nin ilk başkanı George Washington’dan itibaren uygulanan infirad (izolasyon) politikasına neden olmuştur. Hatta bu politikanın haklılığını ortaya koyan ve bir yandan da daha sistemli olarak dünyaya duyuran bir gelişme de 1800’lerin başında gerçekleşmiştir. Avrupalı devletlerin Amerika kıtasındaki diğer ülkelere Orta ve Güney Amerika’daki sömürgeleştirme politikaları üzerine ABD’nin bu defa 5. Başkanı James Monreo tarafından sadece kendi ülkeleri adına değil bütün kıtanın, Avrupa’nın sömürgeciliğinden arınması ve kıtaya müdahale edilmemesi noktasında 1823’te yayınladıkları Monreo doktrini olmuştur.

ABD’nin infirad politikası ve sonrasında Monreo doktrini şeklindeki yaklaşımları 1.Dünya savaşı ile kesinkez sona ermiştir.1.Dünya savaşı sonrasındaki Wilson prensipleri ve ilerleyen yıllarda, İkinci Dünya savaşı sonrası Truman (1947) ve Eisenhoover (1957) doktrinleri ile bölgeye son derece müdahale etmiştir. Günümüzde Ortadoğu coğrafyasına etki etme noktasında gerek güncel gerekse de 20 yüzyıldaki gelişmelerde en etkili olan, özellikle ikinci Dünya savaşı sonrası, hakim güç olan ABD’nin yeminini ne bozmuştu? Elbette büyüyen ekonomisi ve sanayisi için ihtiyacı olan petrol ve ikinci Dünya savaşı sonrası Soğuk savaş döneminde Sovyetlerin çevrelenmesi ve komünist rejimlerin bertaraf edilmesi motivasyonu olmuştur. Ortadoğu’nun zenginlikleri ABD’yi son derece cezbetmiş olmalı ki Sovyetler dağılıp Soğuk Savaş dönemi bittikten sonra da bölgede kalmayı sağlayacak gerekçe ve motivasyon kaynaklarını bulmuş ve icat etmiştir.

Mesela soğuk savaşın etkilerinin yavaş yavaş sona ermesinin hemen ardından 11 Eylül 2001 saldırılarıyla ABD müthiş bir motivasyon elde etmiş ve terörle mücadele diyerek bölgede nüfusunu artırmayı bilmiştir. Bu gerekçe Sovyet tehdidiyle oluşturulan NATO’nun devam etmesi için de kullanılmıştır.

19 yüzyılda bölgeye Yakındoğu ismini veren İngiltere’de Hindistan sömürgelerinin güvenliğini ve bu sömürgelere giden yolların kontrolünü kaybetmemek için adeta bölgenin bütün yapıtaşlarına nüfuz etmiştir. İngiltere Fransa ile birlikte 2. Dünya savaşı sonrası Hitler’den yedikleri sopa neticesinde ancak Yunanlı komutan Piruz’un adıyla özdeşleşen bir zaferle çıkınca, kendi topraklarına ancak güç getirmeleri neticesinde Ortadoğu’dan yavaş yavaş fiili olarak ayrılmış, bölge haklarının “bağımsızlıklarını” tanımışlardır. Evet İngiltere ve Fransa’nın 1. Dünya savaşı henüz devam ederken 1916’da Skyspecot anlaşması ve savaş sonrasında 1920’deki Sanremo konferansı ile paylaştığı Ortadoğudan (Suriye Lübnan Fransa’ya rak Filistin İngiltere’ye) çekilmeleri en azından mandater devlet olma kimliklerini bırakmaları çoğunlukla ikinci Dünya savaşı sonrasına tekabül etmektedir. Bağımsızlığını ilk kazanan 1932’de Irak olmuş sonrasında Suriye 1943, Lübnan 1946,Ürdün 1946, Libya 1951,Tunus 1956, Fas 1956, Cezayir ise 1954’te başlayan mücadeleyi ancak 8 yıl sonra 1962’de Fransa’ya karşı kazanabilmiştir. Elbette bu tarihler ve bağımsızlık kavramı asli olarak kabul edilemez Çünkü bugün dahi İngiltere ve Fransa’nın bölgede hala çok etkili oldukları büyük bir gerçektir. Verilecek pek çok örnek varken bu hususta en çarpıcı olanlardan biri güncel olması hasebiyle 2020 yılı yazında Lübnan’daki patlama sonrası Lübnan ekonomisinin can damarı olan limanın kül olması sonrası ülkede hiç oluşmayan sükûnet ve devlet otoritesi tamamen yerle bir olmuş sonrasında Fransa Cumhurbaşkanı Macro’nun Lübnan’a ziyareti sırasında halkın arasından bazılarının “bizi kurtarın bize tekrar Fransa sahip çıksın” diyerek medet ummaları ve yakın tarihlerde yapılan bir kamuoyu yoklamasında halkın yarısına yakınının Fransız mandasını istemesi Lübnan halkı adına acınası ve trajik olsa da Fransa’nın 1946’dan sonra da varlığını hissettirdiği ve birçok argümanla Lübnan’da bulunmaya devam ettiğini gösterir.

ORTADOĞU ÜZERİNE SUBJEKTİF BİR DEĞERLENDİRME – 2

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

NE Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!